Şirketlerde Ar-Ge kültürü nasıl olmalıdır?

Ülkemizde birçok şirketin Araştırma ve Geliştirme (Ar-Ge) bölümü bulunmakta, hatta birçoğunun bünyesinde Ar-Ge Merkezi ya da Merkezleri yer almaktadır. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının 5 Ocak 2021 tarihli verilerine göre, ülkemizde 1229 adet Ar-Ge Merkezi, 360 adet Tasarım Merkezi ve 87 adet Teknoloji Geliştirme Bölgesi mevcuttur. TÜİK tarafından yayınlanan son güncel verilere göre ülkemizde 2019 yılında Ar-Ge harcamasının gayrisafi yurt içi hasıla (GSYH) içindeki payı %1,06’ya yükselmiş, ülkemizdeki Ar-Ge harcamasının %64,2’si özel şirketler tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu verilerden anlaşılacağı üzere ülkemizde Ar-Ge konusunda ciddi gelişmeler yaşanmakta, hem devletimizde hem de şirketlerimizde Ar-Ge’ye yönelik önemli adımlar atılmaktadır.

Teknolojik gelişmelerin baş döndürücü hızı nedeniyle oluşan müşteri talep ve beklentilerindeki hızlı değişimler; bu değişimleri karşılayacak özgün ürünlerin ortaya çıkmasını tetiklemekte, daha yoğun ve etkin biçimde Ar-Ge yapma ihtiyacını zorunlu kılmaktadır. Bu noktada Ar-Ge’nin şirketlerimizin geleceğine yön veren son derece önemli bir faaliyet ve yatırım olduğunu unutmamalıyız. Şirketlerin rekabet gücünü koruyabilmesi için en önemli destekleri şüphesiz Ar-Ge’dir. Zira şirketler, hızla değişen teknolojiler ve evrilen pazarlar karşısında, ancak yaptıkları yenilikler, iyileştirmeler ve geliştirdikleri yeni ürünler ile ayakta kalmakta ve sürdürülebilir rekabet avantajını bu süreçlerdeki başarılarıyla elde etmektedirler. Günümüz dünyasında bilgi paradır ve teknolojik gelişmenin yolu ise Ar-Ge’den elde edilen bilgilerden geçmektedir. Güçlü bir şirket olmanın en önemli unsurlarından biri ise güçlü bir Ar-Ge altyapısı ve kültürüne sahip olmaktır.

Ar-Ge’nin önemi her ortamda dile getirilmesine rağmen şirketlerin Ar-Ge kültürleri ve anlayışları biraz farklıdır. Genel olarak Ar-Ge’nin önemi yeterince anlaşılamamıştır. Bazı firmalar maalesef Ar-Ge’yi sadece teşviklerden yararlanma ve reklam araçları olarak görmektedirler. Bizim şirketinde Ar-Ge bölümü var ve hatta Ar-Ge merkezi olmak için başvurumuzu da yaptık diye reklam yapmaktadırlar. Bu bakış açısı oldukça yanlıştır. Şirketlerimiz Ar-Ge’yi kendilerine her alanda güç katacak bir faaliyet olarak algılamalı ve aynı zamanda şirketin değeri olarak görmelidirler.

Ülkemizdeki ve dünyadaki şirketler genel anlamda kısa ve uzun vadeli olmak üzere iki yol izleyerek Ar-Ge faaliyetlerini yürütmektedirler. Birincisi, rutin işler dışında yapılan kısa vadeli Ar-Ge faaliyetlerini içerir. Bu faaliyetler çoğunlukla mevcut problemlere çözüm getirme ve iyileştirme çalışmalarıdır. Örnek olarak üretilen bir üründe ortaya çıkan korozyon problemini çözmeye yönelik çalışmaları verebiliriz. Daha hızlı ve kaliteli üretimi mümkün kılan süreç iyileştirmeleri de bu tür Ar-Ge faaliyetlerindendir. Yeni ürün tasarlamak, mevcut ürünü veya süreci önemli ölçüde iyileştirmek, yeni bir kabiliyet kazanmak şeklindeki Ar-Ge çalışmaları da bu grupta değerlendirilebilir. Bu gruptaki çalışmalar genelde kısa vadelidir çoğunlukla mevcut problemleri çözmeye yöneliktir.

İkinci grupta yer alan uzun vadeli Ar-Ge faaliyetleri ise şirketin gelecekte başarmayı hedeflediği projelere yönelik çalışmaları içerir. Bu faaliyetler doğrudan şirketin vizyonunu ifade eder ve “gelecekte nerede olmak istiyorsan, o doğrultuda çalışma yapmalısın” prensibine dayanır. Havacılık alanında örnek verecek olursak, şirketin stratejik hedeflerine uygun olarak, uzun dönemde de rekabet avantajı sağlayacak elektrik motorlu hava araçları, geleceği şekillendirecek yapay zekâ teknolojisinin kullanımına yönelik çalışmalar, güneş enerjisini kullanan hava araçları gibi çığır açıcı teknolojilere yönelik Ar-Ge faaliyetleri bu kapsamdadır. Geleceği planlamak için günümüzde kullanılan en sistematik teknoloji yönetimi aracı “Teknoloji Yol Haritaları (TYH) ”dır. Bu haritalar vasıtasıyla şirketler gelecekteki pazar dinamiklerini öngörmeye çalışırlar. Bu pazar öngörülerine uygun olarak, mevcut kabiliyetler de dikkate alınarak gelecekte kazanılması gereken teknolojiler, yeni kabiliyetler ve bunların kazanımı için yapılması gereken Ar-Ge faaliyetleri planlanır. Eğer uzun vadede uzayda bir istasyon kurulması hedefleniyorsa bugünden başlayarak bu doğrultuda adımlar atılmalıdır. Tabii, bu çok maliyetli bir yatırımdır. Birçok şirket yüksek bütçeli yatırımlardan uzak durmaya çalışır. Genelde kısa vadede ciroya katkı yapan işler ön plana alınır. Yarının ihtiyaçlarını karşılayan teknolojilere yatırım yapmak şirketlere çok zor gelir. Dolayısıyla mevcut ihtiyacı hedefleyen projeler, pazarda şu anda var olmayan projeler karşısında her zaman daha ilgi çekicidir ve genelde yönetimler tarafından tercih edilir. Fakat gelecekte ciddi potansiyeli olan bir işi önceden öngörmek ve bu doğrultuda çalışmalara başlamak bir şirketi diğer şirketlerden üstün kılan ve daha uzun ömürlü hale getiren yegâne yaklaşımdır. Sürdürülebilir rekabet avantajının asıl kaynağı burada yatmaktadır.

Pazardaki eğilimleri ve teknolojik gelişmeleri etkin bir şekilde takip ederek, 10 – 20 yıl sonra hangi ürünlerin ve teknolojilerin talep göreceğini tahmin etmek, kaynak ve yatırımları bu alanlara yönlendirmek, her şeyden önemlisi geleceğin teknolojileri konusunda yetkinlik oluşturmak çok önemlidir. Tüm bu planlamaların yapılmasında bilindiği üzere TYH oldukça faydalı bir araç olarak kullanılabilir. Şirketler stratejilerini bu yaklaşımla şekillendirirse gelecekte çok ciddi başarılar elde etmeleri mümkündür. Zira geleceğin teknolojileri için 20 yılını ortaya koyan bir şirketin pazarda inanılmaz seviyede güçlü olması kuvvetle muhtemeldir.

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Tesla şirketi uzun vadeli Ar-Ge çalışmalarına güzel bir örnektir. Herkesin zor olarak nitelendirdiği bir alana farklı bir konseptle girme başarısını göstermiş, bilinen kalıplarla düşünmeden, farklı yaklaşımlarla, kısıtlamalara aldırış etmeden inovatif (yenilikçi) fikirler geliştirmiştir. Görüldüğü gibi bir şirketin gelecek eğilimlerini öngörmesi ve bu doğrultuda hedefler koyması çok önemlidir. Tabii ki en zor kısım, buna cesaret etmektir. Herkes bu riski alamaz. Bazı şirketler neredeyse sıfır riskle çalışırlar, fakat günümüzde bu sıfır riske rağmen şirketler pazar dışında kalabilmektedirler. Zira çağ hızla değişmekte, insanların yaşlandığı gibi şirketler de yaşlanmaktadır. Bu nedenle şirketleri gençleştirerek, sürekli canlı tutmak gerekir. Bir şirket ancak ve ancak Ar-Ge ile değişir, dönüşür ve nihayetinde gençleşir. Ayrıca çok katı sınırlar içinde kalındığında geleceği okumak ve bu doğrultuda adımlar atmak mümkün olmaz. Doğal süreç içerisinde rekabet gücü kaybolur, zaman içerisinde üretilen ürünler önemini yitirir. İnovasyon (yenilik) literatürü bu durumu “yetkinlik tuzağı” kavramı ile açıklamaktadır.

Yetkinlik tuzağı, geçmişte şirketinizi başarıya götüren ilkelerin ve fikirlerin sizi sürekli olarak başarıya götüreceğine dair yanlış bir inançtır. Bu kavram daha sonraları yıkıcı inovasyon kavramını doğurmuştur. Geleceğe yönelik oluşturdukları yol haritasını takip eden firmaların başarısının altında yatan temel faktörün bu olduğu ortaya çıkmıştır. Örneğin; fotoğraf denince akla ilk gelen firmalardan biri olan KODAK, uzun yıllar pazarda ciddi başarılara imza atan, geniş müşteri portföyüne sahip bir şirket iken, üstelik Ar-Ge faaliyetleri de oldukça dinamik olmasına rağmen, başarısız olmuş, rekabetçi konumunu kaybetmiş ve iflas bayrağını çekmiştir. KODAK’ın başarısızlığı birçok farklı sebeple açıklansa da dijital kamera pazarında adını geç duyurması temel sebeplerden birisidir. Bu örnek şunu göstermektedir; bazen her şey yapılsa bile zamanında uygulamaya alınmazsa, sonuç kaçınılmaz bir şekilde olumsuz olacaktır. Dolayısıyla, doğru zamanda doğru kararlar almak gerekir. Aksi takdirde şirketler iflasla karşı karşıya kalabilirler.

Ar-Ge konusunda yukarıda bahsedilen iki yol özellikle dikkate alınmalı ve çalışmalar sistematik olarak yürütülmelidir. Bir konu hakkında Ar-Ge yapılacağı zaman ilgili ürün geliştirme grubu (Ür-Ge ekibi), Ar-Ge bölümüyle koordineli çalışmalı ve problemler çok iyi tanımlanmalıdır. Öncelikle isterler tanımlanmalı, istenen özellikler makul olmalı, ulaşılması güç, zor hedefler belirlenmemelidir. Bütün problemleri bir anda çözmek mümkün değildir. Çözümler adım adım üretilmeli, teknik gelişimin zaman içinde olgunlaşacağı unutulmamalıdır. Diğer taraftan her yapılan Ar-Ge faaliyetinin, mutlaka somut bir katma değer sağlaması da beklenmemelidir. Bazen katma değer kısa sürede gerçekleşebileceği gibi, bazen de Ar-Ge’nin sonuçlarından başka gelişimler de sağlanabilir. Aslında Ar-Ge bir kültürdür. Ortaya çıkan birikimin kendisi tek başına son derece değerlidir. Bu nedenledir ki bugün şirketlerin entelektüel sermayesi şirket değerlerini belirlemektedir. Defter değeri ve piyasa değeri arasındaki fark buradan kaynaklanmaktadır.

Ar-Ge sürdürülebilir olmalıdır. Şirket mutlaka tıpkı pazarlama faaliyetlerine ayırdığı gibi gelirinin makul bir oranını da Ar-Ge faaliyetlerine ayırmalıdır. Şartlar ne olursa olsun, bütçe zaman zaman artsın ya da azalsın, Ar-Ge’den tamamen vazgeçmek yönünde bir karar alınmamalıdır. Tam tersine günümüzde sıkıntılı, çalkantılı dönemlerde Ar-Ge yapan şirketler rakiplerinden pozitif yönde ayrışmakta, krizden çıkışta ve büyümede daha başarılı performans göstermektedirler. Yeniliklerin takip edilmediği, gelişimlerin yapılmadığı şirketler uzun ömürlü olamazlar. Güçlü bir irade ortaya konulduktan sonra asla Ar-Ge’den geri adım atılmamalıdır.

Ar-Ge veya diğer projeleri yapma veya gerçekleştirme kültüründe dikkat edilecek en önemli hususlardan birisi de projenin tamamlanması konusunda kararlı olunması, en küçük bir sıkıntıdan dolayı projenin yarıda bırakılmamasıdır. Çünkü Ar-Ge, yoğun çalışma, finansman, fedakârlık ve sabır gerektirir. Bazen süreç uzayabilir, süreç uzayınca projeden vazgeçilmemeli, mutlaka sonuca ulaşılıncaya kadar mücadele edilmelidir. Gerekli tedbirler alınarak, alternatif planlar uygulanarak yola devam edilmelidir. Projelerin başlangıcında mutlaka risk yönetimi çalışmaları yapılmalı, farklı senaryolarda nasıl hareket edileceği önceden düşünülmelidir. Ayrıca, şirketlerin bütçe ve işgücü kapasitelerinin çok üstünde olan projelere girmeleri de uygun değildir. Diğer yandan, aynı anda çok fazla projenin başlatılması da projelere yeterli kaynağın ve zamanın ayrılamamasına sebep olur. Bu durumda projelerin başarıya ulaşması oldukça zorlaşır.

Firmalarda, fikri haklar konusunda farkındalık oluşturulmalıdır. Proje çıktılarının korunması açısından tasarım, faydalı model ve patent korumaları mutlaka yapılmalıdır. Marka tescilleri de ihmal edilmemelidir. Firmalar, patent sayılarını artırmalı ve patent veri tabanlarını çok iyi kullanmalıdırlar. Patent alan, yenilik ve iyileştirme yapan personeller ödüllendirilmelidir. Mümkünse, Ar-Ge bölümlerinde doktora derecesine sahip personeller istihdam edilmelidir. Doktora derecesine sahip olanlar dâhil, yenilikçi yönü yüksek personellerin sayısının artması teşvik edilmelidir. Firmaların en önemli değerlerinin aldığı patentler ve geliştirdiği markalar olduğu unutulmamalıdır. Şirkette patent konusunda farkındalık oluşturulmalı, firmanın büyüklüğüne bağlı olarak, bu faaliyetleri yürütmek için Şeflik, Müdürlük hatta Direktörlük kurulmalıdır. Bu birim doğrudan Ar-Ge’den sorumlu yöneticiye rapor etmelidir.

Ayrıca, Ar-Ge içe kapanık olmamalıdır. Teknolojik gelişmeleri farklı disiplinlerdeki ulusal ve uluslararası uzmanlarla birlikte takip etmek çok büyük öneme sahiptir. Farklı uzmanlıklara sahip üyelerden oluşan takımlarla problemlere çözüm bulunmalıdır. Ancak bu şekilde Ar-Ge ve yeniliğin ilk adımı olan “problem tanımlama” aşaması doğru ve etkin bir şekilde gerçekleştirilebilir. Özellikle teknoloji hazırlık seviyesi düşük, ancak TYH’de kazanılması gereken bir yetkinlik olarak görünen konuların üniversitelere aktarılması, buna yönelik planlamaların etkin bir şekilde yapılması oldukça stratejik bir öneme sahiptir. Bu yolla üniversitelerde firmaların problemleri ile uğraşan, bu problemlere yenilikçi çözümler getiren bir yapı oluşturulabilir. Böylece sanayinin ihtiyaçlarına uygun nitelikli insan kaynağının yetiştirilmesi mümkün olabilir.

Açık inovasyon ve birlikte oluşturma (co-creation) kavramlarının her gün daha fazla konuşulduğu dünyamızda, güç birliği yapma prensipleri mutlaka benimsenmelidir. Günümüzde, ürün – yaşam döngülerinin özellikle yüksek teknolojili ürünlerde giderek kısalması ve müşterilerin taleplerinin gün geçtikçe artması, sürekli yenilikçi olmayı gerektirecek kaynak ve yetkinliklerin şirketler arasında paylaşılmasını gerekli kılmıştır. Bazı projelerin gerçekleştirilmesinde şirketin kaynakları tek başına yeterli olmayabilir, ortaklıklarla hem finansal açıdan hem de işgücü açısından projenin hayata geçirilmesi oldukça kolaylaşır. Örnek verecek olursak, 20 yıl sonra hayata geçmesi muhtemel bir projeye bir kaç şirket kaynak ayırdığında, ayrılan kaynaklar hem şirketleri zora sokmaz, hem de yük paylaşılmış olur. Bugün sırf bu nedenle otomotiv firmaları elektrikli araç geliştirilmesi konusunda ortak hareket etmektedirler. Bu kültürün oluşması çok büyük öneme sahiptir. Aksi takdirde projenin tek bir firmayla yürütülmesi zorluklar doğuracak, zamanın verimli kullanılmamasına yol açacaktır. Ayrıca, uluslararası işbirliklerine de önem verilmeli, farklı kültürlerden yararlanılmalıdır. İşbirliklerinde daima “kazan – kazan” prensibi göz önünde bulundurulmalıdır.

Bir şirkette, Ar-Ge’nin gerekliliği konusunda farkındalık oluşturulmalıdır. Neyin Ar-Ge olduğu, neden yapıldığı ve faydaları şirket personeline anlatılmalıdır. Şirketin tüm çalışanları Ar-Ge bilinciyle hareket etmeli, adeta bir Ar-Ge seferberliği ile her birimde yenilik arayışı tesis edilmelidir. Sürdürülebilir başarı için bu şarttır, bir zorunluluktur. Ar-Ge yapılan ürünlerdeki gelişmeler düzenli bir şekilde raporlanmalı, Ar-Ge çıktıları hem üst yönetim hem de tüm şirket çalışanlarıyla paylaşılmalıdır. Düzenli olarak Ar-Ge ile doğrudan ilgili personellerin eğitimler alması, diğer personellerinde bilgilendirilmesi sağlanmalıdır. Şirket personelleri karşılaştığı teknik problemlerin çözümünde ilk adresin Ar-Ge bölümü olduğunu bilmelidirler. Bu bölüm ile etkin ve verimli çalışabilmek için çalışma modelleri oluşturulmalıdır. Buradaki en önemli husus, Ar-Ge’ye gönderilen problemlerin iyi tanımlanmış olmasıdır. Eğer dışarıdan Ar-Ge desteği alınacaksa, dış paydaşlarla etkin bir iletişim kurularak tarafların birbirlerini çok iyi anlamaları sağlanmalıdır. Proje planları çok iyi hazırlanmalı ve takip edilebilir olmalıdır. İyi planlama başarının en önemli adımlarından birisidir.

Ar-Ge faaliyetlerinin yıllık olarak raporlanması, üst yönetime düzenli olarak bilgi verilmesi çok önemlidir. Şirketin Ar-Ge faaliyetinin gelişiminin izlenmesini sağlayan Ar-Ge metrikleri 3 aylık periyotlarla yayımlanmalıdır. Ar-Ge’den elde edilen kazanımlar ve faydalara yönelik bilgilendirmeler her seviyede yapılmalı, kazanımların yaygınlaştırılması şirketin Ar-Ge ve teknoloji yönetimi biriminin önemli bir görevi olmalıdır. Üst yönetimin Ar-Ge’ye sahip çıkması çok önemlidir. Bu nedenle, şirket organizasyonunda mümkünse Ar-Ge mutlaka Genel Müdür Yardımcısı seviyesinde temsil edilmelidir. Ar-Ge biriminin en üst yöneticisi doğrudan şirketin Genel Müdürüne raporlamalıdır çünkü şirketlerin geleceği Ar-Ge’ye yapılan yatırımlar ile şekillenir.

Sonuç olarak, pazarda kalıcı olmak, rekabet gücünü korumak ve pazara yön vermek açısından Ar-Ge çalışmaları olmazsa olmaz niteliktedir. Ülkemizin güçlü bir teknolojik yapıya sahip olabilmesi için Ar-Ge’yi çok iyi yapan ve yaptıran, Ar-Ge ve yenilik kültürünü tüm birimleriyle içselleştirmiş şirketlerin sayısının hızla artması gereklidir.

Kaynak: Haber.aero / TUSAŞ Genel Müdür Yardımcısı / Fahrettin Öztürk 

Yorum yapın