Değişen savaş olgusunun yeni varyasyonu: Vekâlet savaşları

21’inci yüzyıldan itibaren savaş olgusu sadece devletleri kapsayacak kadar dar anlamlı ve basit olan şeklinin dışına çıkmış, teknolojik gelişmeler paralelinde; savaşın tarafları, savaşlarda güdülen hedefler, savaş stratejileri ve en önemlisi savaşın icrası farklı faktörlerin etkisiyle önemli değişimlere uğramıştır. Söz konusu farklı faktörler içerisinde yer alan devlet dışı aktörlerin savaşa müdahil olmasıyla, devletlerin tekelinden çıkan savaş olgusu “Vekâlet Savaşlarına” evrilmiştir. Soğuk Savaş döneminden itibaren ilk örnekleri görülen vekâlet savaşlarının, günümüzde Orta Doğu ve özellikle Suriye’deki çatışmalarda ABD tarafından en üst seviyede uygulandığı veya uygulanmaya çalışıldığı açık bir şekilde görülmektedir. Bu çalışmada, savaş olgusunun tarihi süreç içerisinde dönüşümünün incelenmesi yapıldıktan sonra, Suriye’de yaşanan çatışmalar ağırlıklı olmak üzere 4. Nesil Savaşlar (Yeni Savaşlar) içerisinde yer alan “Vekâlet Savaşları” incelenecektir.

Anahtar Kelime: Savaş, Vekalet Savaşı, Orta Doğu, 4. Nesil Savaşlar, Yeni Savaşlar.

Giriş

Her canlı, yaşam alanını korumak ve hayatını sürdürebilmek amacıyla, hem kendi türleri, hem diğer varlıklar hem de doğa ile rekabet içerisindedir. Bu rekabet hayvanlar arasında büyük toplulukları kapsamazken, insanlar arasındaki rekabet insan topluluğunun en küçük birimi olan aileden başlayarak; kabileler ile kavimlere kadar genişleyip dinamik ve kapsamlı büyük bir yıkıma dönüşebilir. İnsan bireysel ve toplum olarak var olduğu andan itibaren; hayatta kalabilmek, yaşam alanlarını korumak, kendisine daha iyi yaşam koşulları sağlamak amacıyla, doğa ile yaptığı mücadelede kazandığı tecrübeleri birbirleri üzerlerinde uygulamaya başladığı andan itibaren modern savaşların temellerini atmıştır.1

Uluslararası ilişkiler çerçevesinde, iki veya daha fazla siyasi güç ve otoriteye sahip aktörler arasında birbirlerini yok etmeye kadar varacak şekilde yaşanan çatışmalar olarak kabul edilen savaş, insanlık tarihinden başlayarak; devletler, imparatorluklar ve 1648 tarihli Westphalia Andlaşması sonrasında ortaya çıkan ulus devletlere mahsus sayılmıştır. Uluslararası hukukta yürürlükte olan çok taraflı bir sözleşmenin veya andlaşmanın herhangi bir bölümünde savaşın kesin bir tanımı yapılmamıştır.2 Çünkü savaşı hukuk altında evrensel olarak bir tanıma kavuşturmak mümkün olmamıştır.3 Savaşların;

• Sınırları ve yıkıcılığı,

• Savaşlarda kullanılan; araçların, silahların, taktikler ile stratejilerin sürekli olarak evrim geçirmesi,

• Savaşların yönünün tayin edilmesi devletlerin ve düzenli orduların elinde oluşu,

• Belli normlar ve hukuk kuralları bünyesinde gerçekleşen yapısı, uzun süre değişmemiştir.

1648 Westphalia Andlaşmasına kadar geçen süre içerisinde insan toplulukları; yayılmacı politikaları ve aralarındaki anlaşmazlıklar için bir dış politika aracı olarak savaşa sıklıkla yönelmişlerdir. “Savaş Üzerine” adlı eserinde Savaş ve strateji konusunda ayrıntılı tanımlamalara yer veren Carl Von Clausewitz, savaşı devlet politikasının başka araçlarla devamından başka bir şey olmadığını belirtmektedir.4 Clausewitz, halk, ordu ve hükümeti savaşın değişmez nitelikleri olarak saymıştır. Bu nedenle de, savaş devletler arasında yaşanan bir şiddet ve çatışma durumu olarak genel kabul görmüş ve uzun yıllar savaş, strateji ve güvenlik çalışmaları bu çerçevede sürdürülmüştür. Dünyanın paylaşım savaşları olan Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, savaşların insanlar ve çevre üzerinde ne kadar tahrip edici olduğunu göstermiştir. Özellikle, İkinci Dünya Savaşında Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından Japonya’ya karşı kullanılan atom bombasının yarattığı can kaybı ve çevreye verdiği zarar çok büyük olmuştur.

Atom bombasının yarattığı bu büyük etki ve bu silaha sahip olanın üstünlüğünü kanıtlaması durumu, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan iki kutuplu dünya düzeninde başka bir değişle “Soğuk Savaş” süresince de devam etmiştir. Bu nedenle, Soğuk Savaş dönemi içerisinde var olan iki süper güç ABD ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) caydırıcılık konusunda büyük bir yarış içerisine girerek silahlanmaya büyük önem vermişler ve en büyük güç ve caydırıcılık göstergesi olarak da nükleer silahlara yönelmişlerdir. Göreceli bir barış süreci içerisinde bulunan her iki blok, ellerinde bulunan ve “dehşet dengesi” olarak da tanımlanan nükleer silahların bu süreç içerisinde kullanımından kaçınmış ve savaşın bir dış politika olarak kullanılması bir nebze olsun engellenmiştir.5

Soğuk Savaş dönemi içerisinde büyük bir savaş yaşanmamış olsa da, ABD önderliğindeki Atlantik Bloğu ve SSCB liderliğindeki Varşova Paktı, 1950-1953 Kore Savaşında, 1955-1975 Vietnam Savaşında, 1979-1989 SSCB-Afganistan Savaşında dolaylı yollardan karşı karşıya gelmişlerdir. 1991 yılında SSCB’nin dağılması ile dünya ABD’nin tek kutuplu düzeni içerisine girmiştir. ABD’de 11 Eylül 2001 tarihinde yaşanan terör olayları sonrası savaş; terör ve teröristlerle yapılan savaş olarak yeni bir biçime dönüştürülmüştür. Terörle yapılan savaş, Avrupa, Asya, Afrika ve Ortadoğu’yu kapsayan geniş bir coğrafyanın, tüm coğrafi alanlarında hem askeri güç hem de ekonomik güç ile devletler üzerinde ekonomik yaptırımlar yoluyla yapılmaya başlanmıştır. 2010 yılında başlayan Arap Baharı ile birlikte savaş olgusu, dini ve mezhebe dayalı bir sistem üzerinden “Vekalet Savaşlarına (Proxy War)” evrilmiştir.6 Bu çalışmada; ilk olarak savaş olgusunun dönüşümü ele alınarak incelenecek, sonrasında 4’üncü Nesil Savaşlar (Yeni Savaşlar) kavramı içerisinde yer alan “Vekâlet Savaşları” hakkında Orta Doğu’da yaşanan çatışmalar üzerinden değerlendirmelerde bulunulacaktır.

2. Savaşın Dönüşüm Süreci ve Analizi

İlkel kabile yaşamından itibaren insanlar arasında yaşanan çatışma ve savaşlar, büyük uygarlıklara kadar uzanan bir süreçte devam etmiştir. Savaşlar, ilk çağlardan başlayarak, barutun keşfi ve ateşli silahların kullanılmaya başlandığı Orta Çağın sonlarına kadar sınırlı, yerel düzeyde ve paralı askerlerin kullanılmaları ile gerçekleşmiştir. Bu tarihten sonra krallık ve imparatorlukların ortaya çıkması ile birlikte paralı askerlerin yerini düzenli ordular almış ve devletler arası klasik savaşlar ortaya çıkmıştır. Bu dönemde aydınlanma düşüncesiyle rasyonalist değerlerin yayılması, geçmişte yaşanan din savaşlarının kötü hatırası ve sosyo-ekonomik faktörler dönemin krallık ve imparatorluklarını “sınırlı savaş” anlayışına itmiş ve dolayısıyla temel askeri doktrin, belli küçük hedeflerin ele geçirilmesi ve kontrol altında tutulması üzerine kurulmuştur.7 Bu devirde krallıklara veya imparatorluklara bağlı olarak profesyonel ordular kurulmuş, bu orduların yetiştirilmesi ve istihdamı için kaynaklar ayrılmıştır. Ancak ordular için ayrılan kaynakların sınırlılığına bağlı olarak, savaş cephesinde uygulanan taktikler ve kullanılan araç ve gereçler de sınırlı sayıda olmuştur. Bu sınırlılığın aşılması ise modern savaşlar dönemini başlatan Fransız İhtilali’nin kitleleri harekete geçiren milliyetçilik ideolojisiyle mümkün olmuştur.8 Modern çağ ile birlikte savaşların amaçları, yıkıcılığı ve şiddeti artarak farklı şekillere bürünmüştür. Savaş olgusunun değişiminin Avrupa’da yaşanan tarihsel siyasi, politik ve askeri değişimlere bağlı olduğu söylenebilir. 1648 Westphalia Andlaşmasıyla birlikte ulus devletlerin ortaya çıkışı, geleneksel savaş anlayışını da değiştirmiş ve bu çerçevede savaş; yerel topluluklar, devletler, imparatorlular, ulus-devletler gibi aktörler arasındaki çatışmalar olarak tanımlanmış ve savaşların bahse konu aktörlere özgü olduğu varsayılmıştır.

1789 Fransız ihtilali sonrasında kurulan halk orduları ile birlikte sınırlı savaş anlayışı bir kenara bırakılarak kitlesel bir nitelik kazanmış, daha geniş coğrafyada büyük toprak kazançlarına ve topyekûn bir savaş sisteminde düşmanın tamamen yok edilmesi esasına evrilmiştir. Bu değişim, milliyetçilik kavramının güçlenmesi ile birlikte halk arasında ayrım yapmadan herkesin askere kabul edildiği ulusal orduların oluşumunu sağlamıştır. Sanayi Devrimi ile birlikte, her alanda olduğu gibi silah endüstrisi de gelişerek daha etkili ve çeşitli silahlar üretilerek savaş alanlarında kullanılmaya başlanmıştır. 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında demiryollarının gelişmesi; birliklerin ve lojistik malzemenin istenilen yere daha hızlı ve çok miktarda gönderilmesi ile birlikte orduların manevra ve kuvvet kaydırma imkânlarını artırmış, telgrafın icadı ise savaş alanlarındaki sevk ve idareyi kolaylaştırmıştır. Ayrıca askeri karar verme sürecinin karmaşıklaşması üzerine teknik bilgi ve karargâh desteğini sağlayacak kurmay sınıfı da bu süreç içerisinde oluşturulmuştur.9

Fransız Devrimi ile şekillenmeye başlayan modern savaşlar, 1914 yılında yapılan 1’inci Dünya Savaşında topyekûn savaş stratejisi kavramı ile üst safhaya erişmiştir. Yaşanan teknolojik gelişim, 2’nci Dünya Savaşında harp silah, araç/gereçlerinin etkinliği ile tahrip düzeyini önemli ölçüde etkilemiş ve savaşın yıkıcılığıyla birlikte topyekûn savaş kavramı da zirve noktasına çıkmıştır. 2’nci Dünya Savaşının özelliği hız ve baskındır. Yüksek hareket kabiliyetine sahip birliklerle beklenmeyen yer ve zamanda düşman mevzilerinin geriden kuşatılıp; emir, komuta ve muhabere düzeninin bozulması, düşmanın savaşma azminin yok edilmesi esas amaç olmuştur. 2’nci Dünya Savaşında uygulanan taktikler, 1’inci Dünya Savaşında uygulanan doğrusal hatlarda yapılan savaşları ortadan kaldırmıştır. Ordular cephelerde göğüs göğüse savaşmak yerine, mekanize ve zırhlı birliklerin, deniz, hava unsurları ile müşterek kullanımı vasıtasıyla üç boyutlu, hızlı ve süreklilik arz edecek şekilde, geniş çaplı operatif ve stratejik açıdan avantajlar elde ederek savaşmaya başlamışlardır. 2’nci Dünya Savaşında, Almanların 1940’da Meuse’da ve 1941’de Bug’da; İsrail zırhlı birliklerinin 1956 ve 1967 yıllarında Sina’da (Mısır ordusuna karşı) yaptığı harekat, ABD’nin 1991 ve 2003’de Irak harekâtı bu tür savaşlara verilebilecek örneklerdir.

Savaşların farklılıklarını kapsamlı ve anlaşılır bir şekilde verebilen bir çalışma Lind, Nightengale, Schmitt, Sutton ve Wilson tarafından yazılan makaledir. Bu çalışmada, ulusdevlet öncesi savaşlar ana bir bölüm olarak belirlenmiş ve günümüze kadar dört aşamaya ayrılmıştır. Bu bağlamda; 1648 Westphalia’dan 1830 tarihine kadar uzanan dönemdeki klasik I. nesil savaşlar, I. Dünya Savaşı’nı da kapsayacak şekilde topyekûn endüstri savaşları II. nesil savaşlar, II. Dünya Savaşı ile gelişen manevra savaşları III. nesil savaşlar ve IV. nesil savaşlar olarak da gayri-nizami harp ve türevleri olarak belirlenmiştir.10 Bu kapsamda; öncelikle IV. Nesil Savaşlar (Yeni Savaşlar) ele alınarak incelenecek, bu savaşlar içerisinde yer alan ve son on yıllık bir dönemde olan çatışmalarda gittikçe kullanımı artan vekalet savaşlarının ne olduğu sorunsalına yanıt aranacak ve son olarak vekalet savaşlarının, Ortadoğu ve özellikle Suriye’deki çatışmalarda kullanımı ve sonuçlarına değinilecektir.

3. IV. Nesil Savaşlar (Yeni Savaşlar) İçerisinde Vekâlet Savaşları

IV. nesil savaşlar veya yeni savaşlar; hibrit savaş, özel savaşlar, üçüncü türle savaşlar, insanlar arası savaşlar ve postmodern savaşlar, şeklinde tanımlanmıştır.11 Yakın dönemde Dünya üzerinde yaşanan savaşlar incelendiğinde söz konusu savaşların geleneksel savaş sınırları dışına çıktığı görülmektedir. 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’ye yapılan saldırıların, devlet dışı bir aktör tarafından kendi kıtasında yapılması; küreselleşme ve teknolojik gelişmelerle birlikte devlet dışı aktörlerin de uluslararası güvenlik ortamında görünürlüğünü arttırmış, savaşın geleneksel varsayımlarını zayıflatmıştır. Böylece ulus devletlerin elindeki politik bir araç olan savaş kavramı değişmiş, devlet dışı aktörlerinde içine girdiği yeni bir döneminin başlangıcı olmuştur. Bu çerçevede yeni dönemde yapılan savaşların özellikleri şu şekilde sıralanabilir.12

* Yeni savaşlar devletler arası olmaktan ziyade iç savaş niteliğindedir,

* Yeni savaşların genellikle başarısız/istikrarsız devletlerde ortaya çıktığı görülmektedir,

* Özellikle küreselleşme sürecinde hızla genişleyen küresel rekabet kimi savaş lordlarını, illegal organize suç yapılarını ya da çok uluslu şirketleri başarısız/istikrarsız devletlerdeki çatışmaların fitilini tutuşturmaya yönlendirmektedir,

* Yeni savaşlar siyasi ideolojilerden ziyade etnik ya da dini temele dayalı olarak ortaya çıkmaktadır,

* Sivil kayıplarda ve yerinden edilmiş insanlar nedeniyle, düzensiz göçmen sayısında artış yaşanır,

* Yeni savaşlarda hedef olarak kasten siviller seçilmekte ve siviller oldukça zarar görmektedir,

* Kamu otoritesinin çökmesi ve bunun sonucunda siviller askere dönüşerek çatışmanın taraflarından biri haline gelmektedir,

* Eski savaşlarda kontrollü şiddet söz konusu iken yeni savaşlarda şiddetin sınırı yoktur,

* Yeni savaşlar “şiddet kullanma tekelinin” devletlerin elinde olmadığı yeni bir dönem anlamına gelmiştir,

* Yeni savaşlarda savaşan kişilerle, sivil ayırımını yapabilmek oldukça zor bir durumdur,

* Yeni savaşlarda savaşan kişiler, “savaşçı” olarak tanımlanmakta ve bu savaşçılar içinde çocuk, genç, yetişkin ayrımı yapılmadan her yaştan kişi yer almaktadır,

* Yeni savaşlarda irrasyonalite ve barbarlık hâkimdir,

* Yeni savaşların neredeyse tamamı “asimetrik savaş” niteliği taşımakta, terörizm ve gerilla savaşının bileşkesi niteliğindeki savaşlar ön plana çıkmaktadır,

Savaşın devletlerin, çıkarlarını korumak ve amaçlarını elde etmek için kullandıkları bir hak olarak tanımlanması uzunca müddet devam etmiştir. Bu dönem içerisinde önemli olan husus, savaşın yapılıp yapılmadığı değil, savaşın haklı olması durumudur. Bu çerçevede son olarak Michael Walzer, Haklı ve Haksız Savaş (Just and Unjust Wars) isimli kitabının önsözünde; savaşlarda “haklı savaş” olgusunun da dönüşmeye başladığını belirtmiştir.13 Birleşmiş Milletler tarafından alınan UN-Doc.S/RES/1973 sayılı kararla İnsani müdahale ya da koruma sorumluluğu gibi kavramların meşrulaştırılarak14, uluslararası topluma silahlı müdahalede bulunma yetkisi tanınarak yapılan Mart 2011 tarihli Libya müdahalesi buna örnek gösterilebilir.

Sanayi Devrimi ile başlayan teknolojinin gelişimi sadece sivil endüstri alanına uyarlanmamış, savaş sanayisi de bu gelişimden hat safhada yararlanmıştır. Teknolojinin Savaşlarda kullanılan araç ve gereçlere uygulanması ve 2’nci Dünya Savaşında yaşanan büyük can kaybı ve yıkım, geleneksel savaşa karşı büyük tepkilere neden olmuştur. Bu şekilde büyük bir savaşın bir daha yaşanmaması, devletler arasındaki ilişkileri barışçıl yoldan çözümlenmesi için Birleşmiş Milletler (BM) gibi organizasyonlar dahi kurulmuştur. Artık günümüzde savaşlar devletlerin elinde bulunan bir dış politika aracı olmaktan çıkarak evrensel bir suç haline dönüşmüş, ancak zamanla farklı bir yöne doğru evirilerek, savaşan taraflardan biri veya birkaçı devlet düzenli orduları dışındaki aktörler haline gelmiştir. Soğuk Savaş dönemi içerisinde ABD ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) arasında yaşanan 1962’deki Küba füze krizinde, her iki gücün elinde bulundurdukları nükleer silahlar, iki devlet arasında yaşanabilecek doğrudan bir savaşı engellemiş, konvansiyonel silahlarla yapılan sınırlı vekâlet savaşlarını ilk kez gündeme getirmiştir.

Yine, söz konusu aynı dönem içerisinde, Portekiz sömürgesi olan Afrika ülkesi Angola’da 1975 yılında Portekiz sömürge yönetimine tepki olarak doğan hareketler ve sonrasında yaşanan iç savaş, iki süper gücün, ABD ve SSCB’nin yaptığı vekalet savaşına örnek olarak gösterilebilir. Movimento Popular de Libertação de Angola (MPLA) örgütü ve União Nacional para a Independência Total de Angola (UNITA) örgütü, hem Angola’nın bağımsızlık mücadelesinde hem de Angola iç savaşının iki ana yerel aktörüdür. Angola’nın bağımsızlığını kazandıktan sonra söz konusu iki örgüt MPLA ve UNİTA, Angola’nın her alanda gelişmesi ve kalkınması amacıyla birlikte mücadele vermek yerine, kendi aralarında üstünlük mücadelesine girmişlerdir. Bu mücadele, Soğuk Savaş’ın lider ülkeleri olan ABD ve SSCB’nin karşıt cephelerde yer alması sonucu bir iç savaşa dönüşmüştür. Doğu Bloku yanlısı Marksist MPLA örgütü, Sovyetler Birliği ve Küba tarafından desteklenirken, Batı yanlısı UNITA örgütü ise; Amerika Birleşik Devletleri ve Güney Afrika Cumhuriyeti tarafından desteklenmekteydi.15 Angola’da yaşanan ve 27 yıl süren iç savaş, kapitalizm ile komünizm blokları arasında yaşanan bir vekâlet savaşı olarak tanımlanmaktadır.

Geleneksel savaşların, devletler üzerindeki; ekonomik, sosyal, çevresel, psikolojik olumsuz etkileri nedeniyle devletler, dolaylı yollardan hasımlarını yıpratmak için farklı stratejiler uygulamaya başlamışlardır. Bu stratejiler incelendiğinde; devletler, hedef ülkede muhalif örgütler teşkil etmekte ve bu örgütler vasıtasıyla hedef ülkenin yönetimlerini zafiyete uğratmaya çalışmakta ya da kendi kurup yönettiği örgütlere karşı terörle mücadele adı altında hedef ülkeleri baskı altına almakta ve işgal etmektedir. Bu bağlamda, vekalet savaşlarını diğer savaş türlerinden ayıran en temel özellik planlamacı ve organize edici üst akıl aktör ile sahada savaşan aktörün farklı olmasıdır. Dolayısıyla vekâlet savaşları, devletlerin doğrudan sahadaki savaşan aktör olarak yer almadığı bir savaştır. Devletler bu noktada hedef ülkedeki; muhalif güçleri, terör örgütlerini veya farklı etnik kimlikleri kullanarak hedef ülke ile dolaylı olarak savaşmakta veya çatışmanın içerisinde yer almaktadır.

Son dönemde de örgütler üzerinden gerçekleştirilen vekâlet savaşlarının yeni bir çeşidinin uygulamaya geçirildiği görülmektedir. 2013’ten itibaren Libya, Katar ve Venezuela’da uygulanan bu yöntemde, hedef ülkenin komşusu olan devletlerin yönlendirici devlet tarafından desteklenmesi ile hedef ülke baskı ve kuşatma altına alınmakta veya yönlendirici devlet tarafından, hedef ülkedeki muhaliflerden alternatif hükümet kurularak tanınmakta, daha sonra muhalif kesime, yönlendiren devlet tarafından siyasî ,politik ve silah desteği verilerek hedef ülke iç savaşa sürüklenip devrilmeye çalışılmaktadır.

Karşıt güçlerin doğrudan saldırmak yerine, terörizm ve yumuşak güç unsurları ile gayrinizami harp yöntemlerini kullanan üçüncü taraflar üzerinden mücadele biçimini ifade eden vekâlet savaşları, yeni küresel güvenlik ortamında devletlerin birbirleri ile mücadelede çok maliyetli olan konvansiyonel savaşlar yerine, dolaylı yoldan karşı tarafı yıpratmak amacıyla uyguladığı yöntemlerinden biri haline gelmiştir. Günümüzde teknolojik gelişmelere bağlı olarak gelişen bilişim teknolojisinin bütün olanaklarını kullanarak yapılan; siber savaş, etki odaklı savaş, hibrit savaş ve dördüncü nesil savaş gibi yöntemler vekalet savaşlarının bir parçası haline dönüşmüştür. Temel özelliği asimetrik yöntemlerin kullanılmasına dayanan bu savaşların araçları olarak terör örgütleri, radikal oluşumlar, hükümet dışı organizasyonlar, basın yayın organları, sosyal medya, siber saldırılar, beşinci kol faaliyetleri, lejyonerler, paramiliter gruplar kullanılmaktadır. Ayrıca, Afganistan, Irak, Somali ve Libya’da örnekleri görülen, genellikle emekli askerlerden kurulu; Blackwater, Wagner gibi özel askeri şirketlerde bulundukları ülkelerde güvenlik kisvesi altında; şirketin bağlı olduğu devletin desteklediği yerel güçlere eğitim faaliyetleri vermekte, bağlı olduğu devletin politikaları paralelinde hedef ülkeye karşı yerel muhalif güçlerle birlikte bilfiil çatışmalara girmekte ve bir çeşit vekâlet savaşı yürütmektedirler.

“Vekâlet savaşlarının anlaşılmasında en iyi örnek olarak genellikle ABD-İran ilişkileri verilmektedir. Bu bağlamda konuyu İran ve ABD ilişkileri açısından değerlendirecek olursak; İran, ABD’nin savaş kaynaklarının ve savaşma iradesi kırmak amacıyla stratejiler belirlemektedir. Örneğin; 2006 yılında Lübnan Savaşı esnasında Hizbullah’ın İsrail’e karşı kazandığı savaşın arkasında İran’ın olduğu söylenmektedir.16 Yine İran’ın özellikle 2005-2008 yılları arasında Irak’taki direnişi, İslam Devrimi Muhafızları Ordusu’na bağlı fakat dış operasyonlardan sorumlu olan Kudüs Ordusu’nun Iraklı direnişçilerin finansmanı, eğitimi ve silahlanmasına doğrudan katkıda bulunduğunu, Kudüs Ordusu subaylarının diplomat, işadamı veya turist kisvesiyle Irak’ta faaliyet gösterdiği Amerikalı yetkililer tarafından ileri sürülmüştür.17 ABD’nin Afganistan’da yürüttüğü operasyonlarda da, ABD’nin işini zorlaştırmaya ve bu ülkedeki güç gruplarını etkisi altına almaya yönelik İran’ın yoğun çaba sarf ettiği de sıklıkla belirtilmektedir.18 İran, Ortadoğu’da Şii ekseni yaratmak için Irak ve Suriye’de Şii milisleri örgütleyip bölgede İran’ın etkisini artırmaya çalışmaktadır.19 Bununla birlikte, son zamanlarda Afganistan hükûmeti, ABD ve Taliban arasında yürütülen üçlü müzakerelerdeki olumlu gidişatın, İran-ABD arasındaki gerilim nedeniyle de sekteye uğrayabileceği ve bu bağlamda, hâlihazırda Suriye’de etkin ve İran’a bağlı Fatimiyyun Tugaylarının bir kısmının ABD güçleri ile çatışmak için Afganistan’a nakledilmesi de ABD için önemli bir risk ve ABD’nin işinin zorlaştırılması olarak gösterilmektedir.20

İran’daki iç istikrarı yıpratmak maksadıyla ABD tarafından, İran rejimine muhalif olan ve silahlı direniş sergileyen Kürdistan Özgür Hayat Partisi (PJAK), Cundullah ve Mujahedin-e Khalq (MEK) terör örgütlerinin de İran’da kendi başlarına hareket ettikleri de söylenemez.21 ABD tarafından, örtülü ödenekten, İran Rejimine muhalif bu üç örgüte 400 milyon Dolar’a yakın yardım yapıldığı belirtilmiştir.22 Kısaca ABD bölgede İran’a karşı etkin bir vekalet savaşı yürütmektedir.

Vekalet savaşlarına bir başka örnek, 2013 tarihinde Ukrayna’da başlayan olaylar ve devamında yaşanan iç çatışmalar gösterilebilir. Ukrayna’da başlayan krizin hibrit savaş olarak tanımlanabilecek Kırım’ın ilhakıyla neticelenen boyutu hariç tutulmak suretiyle,23 Ukrayna’nın doğusunda yer alan Rusya ve Batılı devletler tarafından desteklenen farklı gruplar arasında gerçekleşen çatışmalar bir çeşit vekâlet savaşı olarak sürdürülmüştür.

Tunus’ta başlayarak Orta Doğu ülkelerine doğru yayılan, Arap Baharı olarak adlandırılan halk hareketlerinin Suriye’ye sıçraması, sonrasında çıkan istikrarsızlık sonucu; Suriye Rejimi, rejim karşıtı gruplar ile devlet dışı aktörler arasında yaşanan ve halen devam eden çatışmalarda, vekâlet savaşları kapsamında değerlendirilmektedir. Suriye’de yaşanan ve bir insanlık dramına dönüşen olaylarda yer alan aktörler arasında; başta ABD ve Rusya Federasyonu olmak üzere İran ve Sudi Arabistan gibi bölgesel ve küresel çapta etkili ülkelerin, bölgede yer alan devlet dışı aktörleri kendi politikalarına uygun olarak yönlendirdikleri ve destekledikleri görülmektedir.

Bu çerçevede, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği tarafından vekil aktör olarak kullanılan terör örgütleri, son on yılda ABD’li karar alıcılar için de oldukça kullanıma elverişli araçlar olarak görülmüştür. Barack Obama ve sonrasında göreve gelen Donald Trump döneminde ABD; ağırlıklı bir şekilde Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ve onun Suriye kolu olan Demokratik Birlik Partisi (PYD) ile PYD’nin silahlı kanadı olan YPG gibi terör örgütleriyle ittifak oluşturmuş, böl-parçala-yönet politikasını daha etkin bir şekilde uygulayarak, söz konusu terör örgütlerini Irak ve Suriye’ye yönelik politikasında etkili bir biçimde kullanmaya başlamıştır. 2017 tarihli ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesinde; Suriye ve Irak’ta baş gösteren istikrarsızlık sonucunda ortaya çıkan radikal terör örgütleri, dini referanslı terörist yapılar ile İran’ın ilişkisi olduğu ve bölgedeki küresel enerji piyasası başta olmak üzere uluslararası sistemi olumsuz etkilediği, ayrıca İran’ın nükleer silah üretmeye yönelik faaliyetleri nedeniyle, bölgedeki ABD politikalarına tehdit olarak görüldüğü, bu nedenle ABD tarafından destek verilen terör örgütleri ile müttefik devletlerin vekil aktör olarak kullanılarak bu tehditlerle mücadele edileceği belirtilmiştir.24

Ayrıca ABD Ortadoğu’da, Rusya, Türkiye ve İran gibi bölgede söz sahibi ülkelerin etkisini azaltmak, İsrail’in güvenliğini sağlamak ve ABD’nin bölgedeki politikasının, nüfusunun ve çıkarlarının sürdürülebilmesi amacıyla, Suriye’de PYD-YPG terör örgütü, Irak’ta ise Barzani gibi aktörleri vekil aktör olarak kullanmak için desteklemekte25 ve bölgede ABD çıkarlarına uygun uydu bir devlet kurmak amacındadır. Böylelikle ABD, bölgede yaşanan çatışmalar içerisinde doğrudan yer almamakta, desteklediği aktörler üzerinden mezhep ve etnik temelli çatışmalar çıkartarak bölgeyi istikrarsızlaştırmaya sürüklemektedir. ABD’nin bölgede yer alan terör örgütleri ve diğer unsurlarla özellikle YPG’yle yaptığı işbirliği stratejik, politik, bölgesel durum ve şartların bir sonucudur. ABD’nin üst düzey yetkililerinin bazı açıklamalarında ise bu konu vurgulanarak “ ABD’nin YPG ile ilişkilerini geçici, taktiksel” olarak değerlendirmişlerdir.

Sonuç

İnsanlık tarihinin ilk dönemlerinden itibaren insan; hayatta kalabilmek, yaşam alanlarını korumak, kendisine daha iyi yaşam koşulları sağlamak amacıyla doğa ile yaptığı mücadelede kazandığı tecrübeleri birbirleri üzerlerinde uygulamaya başladığı andan itibaren savaşların temellerini atmıştır. Savaş, sadece devletler arasındaki doğrundan silahlı çatışmaları ifade etse de, savaşın değişen karakteriyle birlikte ortaya çıkan, 4’üncü Nesil Savaşlar içerisinde devlet dışı aktörlerin dâhil olduğu doğrudan ve dolaylı çatışmaları içeren vekâlet savaşları ortaya çıkmıştır.

Vekâlet savaşlarının ilk uygulamaları, İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan Soğuk Savaş döneminde görülmeye başlanmıştır. İki kutuplu Dünya düzeninden günümüze kadar vekâlet savaşlarının en sık uygulandığı bölgelerden birisi Ortadoğu’dur. 1989 yılında SSCB’nin dağılma süreci ile başlayan Soğuk Savaş’ın sona ermesi neticesinde tek kutuplu Dünya düzenine geçilmiş ve ABD tek kutuplu uluslararası yapının lideri olmuştur. Geleneksel savaşların, devletler üzerindeki; ekonomik, sosyal, çevresel, psikolojik olumsuz etkileri nedeniyle, Orta Doğu’da ABD’nin politik, askeri ve ekonomik çıkarlarının sürdürülebilmesi ve muhafazası amacıyla, ABD Orta Doğuda doğrudan bir savaş sürecine dâhil olmaktan ziyade vekâlet savaşlarını uygulamayı seçmiştir.

2011 yılında başlayan Arap Baharının etkisiyle Suriye’de yaşanan gelişmeler incelendiğinde, ABD’nin bölgedeki terörist gruplara ekonomik, lojistik ve askeri eğitim hususlarında destek verdiği ve vekâlet savaşlarını bu terörist gruplar üzerinden yürüttüğü bilinen bir gerçektir.27 ABD’nin Orta Doğu’da vekâlet savaşlarını yürütmesindeki nedenler irdelendiğinde; vekâlet savaşlarının, doğrudan savaşların maliyetine göre daha düşük olması, doğrudan savaşta ABD’li asker kaybının olması durumunda ulusal tepkinin ABD yönetimini olumsuz etkileyeceği, vekil aktör olarak kullanılan unsurların meşru/gayri meşru her türlü olayda kullanılabilir olması ön plana çıkmaktadır. Ayrıca, Orta Doğuda devamlı bir istikrarsızlığın sürdürülebilmesi amacıyla, ABD bölgedeki terör örgütleri ile diğer yapıları kullanarak, bölgede mezhep ve etnik temelli çatışmaları desteklemektedir. Böylece hem bölgedeki diğer aktörlerin kendisine olan bağlılıklarını güçlendirmeye hem de bölgede var olmaya çalışan, Rusya ve İran gibi devletlere alan açılmasını engelleme gayreti içerisindedir. Vekâlet savaşlarında vekil olarak kullanılan başta terör örgütleri olmak üzere diğer unsurlarla yapılan andlaşmalar ve geliştirilen ilişkiler, süreklilik arz eden bir yapıda değildir. Devletler, vekil savaşan ile yaptıkları; ekonomik, stratejik, politik işbirliklerini, bölgesel durum ve şartların değişmesi durumunda vazgeçilebilecek unsurlar olarak görmektedirler. ABD’li yetkililerin YPG’yle ilgili olarak işbirliğinin geçici ve taktiksel olduğu yönündeki açıklamaları da bu savı doğrular niteliktedir.

Yazar: MSÜ Deniz Harp Enstitüsü, Doktor Öğretim Üyesi Deniz Albay Murat Kağan Kozanhan

Makalenin yayınlandığı kaynak: Milli Savunma Üniversitesi Deniz Harp Enstitüsü Mavi Vatan’dan Açık Denizlere Dergisi Yıl: 2 Sayı: 7

Yorum yapın