Türkiye ve Uzay 'Millî Uzay Programı'

9 Şubat 2021 Salı gecesi Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından Türkiye’nin uzay programı açıklandı ve kamuoyunda oldukça yankı buldu. Programın olumlu ve olumsuz olarak yorumlanacak çok yanı var. Bu değerlendirme belgesinde yapıcı eleştirel düşünce ile Ülkemizin bu yolculuğuna ve kapsayıcı istişaresine stratejik katkı yapmak şüphesiz temel referanstır. Söz konusu programı madde madde değerlendirmeden önce konunun temelinden bir yorumla başlamak istiyorum.

Bütün “uzay yetenekli” devletler, uzay programları oluşturmadan önce bir uzay politikası ve uzay stratejisi belgesi hazırlarlar. Geniş katılımla oluşturulan bu belge, hükûmetin ve hatta devletin temel uzay politikasını oluşturur. Onun ardından da program ve projeler gelir. Politika/strateji oluşturma sürecinin geniş katılımlı ve kapsamlı bir süreç olmasına örnek olarak Avrupa Birliği’nin uzay politikası oluşturma sürecini kısaca anlatayım:

Avrupa Birliği (AB) 1990’ların sonuna doğru, birlik olarak bir uzay politikalarının olmadığını fark etti. AB Bakanlar Konseyi, AB Komisyonu ve Avrupa Uzay Ajansı’na (European Space Agency, ESA) bir Avrupa uzay vizyonu ve stratejisi geliştirme çağrısı yaptı. Bir grup uzman tarafından hazırlanan ilk rapor, 2000 yılında “Avrupa Uzay Stratejisi” (European Space Strategy) başlığı ile yayımlandı. Avrupa çapında geniş yankı bulan bu raporun daha geliştirilmesi için bu kez Komisyon ve ESA, bir “Ortak Görev Gücü” (Joint Task Force, JTF) kurarak daha kapsamlı ikinci bir rapor istediler. Bu rapor da Aralık 2001’de “Bir Avrupa Uzay Politikasına Doğru” (Towards a European Space Policy) başlığı altında yayımlandı. Bu raporu üç uzman raporu daha izledi: “SPACESEC” (Uzay Güvenliği Raporu), “GREEN PAPER” ve “WHITE PAPER”.

“Green Paper” jenerik bir rapor türüne verilen addır. Konu araştırılmış olarak seçenekler hâlinde, avantaj ve dezavantajlar belirtilerek ortaya konur. Kesin önerilere henüz yer verilmez. Konuyu tartışmaya açan kapsamlı bir çalışma raporu olarak görülebilir. Raporun tartışılmasından sonra bazı görüş birlikleri ortaya çıkınca da “White Paper” denen sonuç raporu ortaya konur. Bu rapor ise bir bakıma yarı resmî politika belgesi sayılır. Tüm bu çalışmaları dikkate alan AB Bakanlar Kurulu, resmî uzay politikasını “Avrupa Uzay Politikası Üzerine Karar” (Resolution on the European Space Policy) başlığı altında 42 sayfalık bir belge olarak 22 Mayıs 2007’de yayımladı. Bu süreçte uzay ile ilgili olabilecek tüm kişi ve kuruluşlar katkı vermeye davet edildi. Avrupa’nın altı şehrinde bu amaçla geniş katılımlı toplantılar düzenlendi. Bunlardan birisine ben de katıldım. Her isteyen e-posta yoluyla görüş bildirmeye davet edildi. Benimki dâhil sekiz binin üstünde mesaj alındığı belirtildi.

Türkiye Uzay Ajansı’ndan (TUA) böyle bir kapsamlı süreç izlemelerini beklemem. Ancak en azından konunun bilinen uzmanlarının en geniş biçimde katılacağı bir toplantı düzenlemelerini, önce taslak olarak ve seçenekler belirterek, uzay politika ve stratejimizi duyurmalarını, sonra gelen görüşleri dikkate alarak bir “Türkiye Uzay Politikası ve Stratejisi” belgesi yayımlamalarını beklerdim. Buna kaynak olabilecek belgeler hâlen var. TUA buna karşılık doğrudan hedefler ve projelerden oluşan bir program yayımlamıştır.

Şimdi duyurulan uzay programımız hakkında madde madde görüş ve yorumlarımı açıklayayım. Maddelerin sıralaması Sayın Cumhurbaşkanımızın konuşması ile TUA internet sitesinde biraz farklı. Ama temelde aynı şeyler. Ben burada her ikisinden de farklı bir sıra izleyeyim.

1. “2023’te Ay’a Gidiyoruz”

İlk bakışta müthiş bir hedef gibi görünüyor. Ancak işin gerçeğine bakınca durum değişiyor. Önce bakalım “Ay’a gidiyoruz” sözü ile ne kastediliyor? Açıklamanın arkasından anlaşılıyor ki: Ay’a insanımız gitmeyecek, Ay yüzeyine uydumuz inmeyecek, Ay çevresinde yörüngeye uydu koymayacağız. Hedef: “İlk teması sert inişle gerçekleştireceğiz.” Bir uydunun bir başka gök cismine sert inişi demek, çarpması veya çarptırılması demektir. Sert iniş bir havacılık terimidir. Uçaklar için kullanılır. Bazı hava koşullarında veya pilotun hatalı davranması sert inişe yol açabilir. Burada ise sanırım, çarpma veya çarptırma sözcüklerini kullanmaktan kaçınmak ve söylemi yumuşatmak için “sert iniş” denmiş.

Açıklamayı bir uzman gözüyle tekrar okuyunca görüyoruz ki, “2023 yılı sonunda yakın dünya yörüngesinde ateşleyeceğimiz kendi millî ve özgün hibrit roketimizle Ay’a ulaşarak…”. Bu sözlerden, bizim böyle bir roket geliştirdiğimiz ve Ay’a uydu göndermenin asıl amacının da bu olduğu anlaşılmaktadır. O zaman açıklanan Ay denemesi olumlu bir anlam kazanmaktadır. Sözü edilen hibrit roketin kaldırma kuvvetini bilmiyorum. Anlaşıldığı kadarı ile alçak Dünya yörüngesine (LEO) uydu yerleştirme kuvvetinde değil. Ancak oradan Ay’a veya derin uzaya uydu gönderme görevinde veya GEO yörüngesine telekomünikasyon uydusu yerleştirme görevinde (apogee kick motor) kullanılabilir kuvvette olabilir. Bu olumlu çabaları sarf edenlere de başarılar dilerim. Darısı Dünya yörüngesine çıkacak millî füzemizin başına.

Baştan hedefi Ay’la temas olarak belirtmek bence yanıltıcı olmuş. O kadar emek ve parayla oraya varan uyduyu neden çarptırıp parçalıyoruz? Çarptırma yerine yapılabilecek daha anlamlı görevler var. Bunlar düşünülmeliydi. En basiti Ay yakınından bir “flyby” (bilgi alma amaçlı gök cisminin yanından geçiş) yapmak düşünülmeliydi (yani yörüngeye girmeden Ay’ın yanından geçmek, resim çekmek ve Dünya’ya göndermek). Bunun için hibrit roketi Dünya yörüngesinden çıkışta doğru yöneltmek yeterli olur. Bunun bir adım ötesi Ay yörüngesine girmek olurdu. Biraz daha zor olan bu görev, bir teknolojik aşamadır ama düşünülebilirdi. Ay’a uydu gönderen başka devletler gibi neden uydumuzu Ay yörüngesine sokup araştırma yapmayı hedeflemeyelim. Daha ileride bir Ay görevi Ay’a yumuşak iniş olurdu. Ancak böyle bir girişimin şimdilik çok erken ve zor bir görev olması nedeniyle bu aşamada düşünülmesi beklenemez. Belki on yıl sonrası için planlanabilir.

Ay’a çarptırma konusunda İsrail ve ABD’nin de Ay’a uydu çarptırdıkları söyleniyor. Bunlar yanıltıcı bilgilerdir. İsrail uydusu için yumuşak iniş planladı, denedi başarısız oldu. Uydu düştü parçalandı. “Sert iniş” dediler. Bir de Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (National Aeronautics and Space Administration, NASA), Ay yüzeyinde bir çukur açıp incelemek amacıyla Ay yörüngesindeki bir uydudan bir cismi fırlatıp yere çarptırdı. Yukarıda dönen uydu da bunu gözlemledi ve olayı inceledi. Özetle uydumuzu Ay’a çarptırmak, oldukça dar ve eksik kalmış bir hedeftir. Konunun uzmanlarca yeniden değerlendirilerek vizyoner düşünülmesi durumunda ortaya daha ses getirici bir hedef koymak hâlâ mümkündür.

2. Marka Hedefi

Böyle bir hedefin yeri uzay programı değildir. Bu hedef bir uzay politikası belgesinde yer alır. Buna göre strateji, program ve projeler oluşturulur. Uzayda marka olmak her konuda olduğu gibi uzun yıllar alır. Büyük başarılar ister. Hemen her teknolojiyi bağımsız geliştirmiş olmayı gerektirir. Milyarlarca dolar maliyet, yüzlerle veya birkaç bin kişilik yetişmiş uzman ister. Bu şimdilik ancak bir hayaldir. Ama yeterli destekle belki 2040-2050 döneminde kısmen mümkün olur. Yine de bir sürü başka sorun dururken, “marka olmak amacı için büyük kaynaklar yatırmak ekonomik olarak akılcı bir iş midir” sorusunu sormak ve tartışmak gerekir.

3. Bölgesel Konumlama ve Zamanlama

Uydular vasıtasıyla Dünyamız üstünde konumlama (navigation, seyrüsefer) hizmeti sağlanmaktadır. Bu teknolojiyi zaten yıllardır halkımız GPS (Global Positioning System, Küresel Konumlama Sistemi) olarak tanımakta ise de teknoloji genelde GNSS (Global Navigation Satellite System, Küresel Navigasyon Uydu Sistemi) olarak bilinir. GPS bir Amerikan sistemidir. Onu Rusya’nın Glonass, AB’nin Galileo ve Çin’in Beidue sistemleri izledi. Şimdi de Japonya ve Hindistan sistemler geliştirmekteler. Bu son üç devlet önce bölgesel sistemlerle başlamışlar, sonra küresel sisteme geçme adımlarını atmışlardır. Anlıyoruz ki biz de bu düzeydeki devletlerin yanında bir yer edinmek istiyoruz.

Bilgi vermek amacıyla belirteyim ki, AB bölgesel sistem adımını atlayarak doğrudan küresel bir GNSS sistemi olan Galileo’yu geliştirdi. Bunun için 4-5 milyar avro kadar harcadı. Tüm güçlü altyapısına rağmen geliştirmesi en az on yıl aldı. Diğer devletlerin sistemleri için de en azından on yıl ve birkaç milyar dolar gerekmiştir.

TUA, “Bölgesel Konumlama” diyerek kapsamı sınırlamakla doğru yapmıştır. Ancak yine de gerekli teknolojilerden henüz çok uzağız. Önce bir dizi ara teknolojiyi geliştirmek büyükçe bir maliyet ile uzun süre alacaktır. Ayrıca şu soru önemlidir: Dünya’da GNSS hizmeti veren hâlen dört sistem var, ikisi daha geliyor. Biz ihtiyacımızı bunların hepsiyle ya da herhangi biri veya birkaçı ile karşılayabiliriz. Mutlaka millî bir sistemimiz olsun diye kaç milyar dolar harcamak akıllıca bir yatırım olur mu? Dünya’da yalnız GPS varken, “Ya Amerika keserse” diye haklı olarak bir endişe belirtilirdi. Şimdi o keserse ötekiler var diyebiliyoruz. Bizim de olsun diyebilmek için sağlam bir gerekçe gösterilmesi ve tartışmaya açılması gerekir.

4. Uzay Limanı İşletmesi

İngilizcede “Space Port” dendiği için “Uzay Limanı” ifadesi kullanılmış. Bence “Uzay Üssü” demek daha uygun olurdu. Neden bir uzay üssü istiyoruz? Yine bir açıklama ve gerekçe belirtilmemiş. Kendi uydumuzu kendi füzemizle herhalde kendi üssümüzden fırlatmak istiyoruz ama hangi uydumuzu hangi füzemizle? Diğer bir amaç, bu üssün kullanımını Dünya piyasasına açarak kazanç elde etmek diye düşünülmüş olabilir. Bu sorulara bilgiye dayalı yanıt verebilmek için önce kısaca, biraz yörünge ile uydu misyonu hakkında bilgi verelim. Uyduların en çok kullanıldığı iki alan gözlem ve haberleşmedir.

Önce haberleşme amacı taşıyan ve kısaca telekomünikasyon uyduları diye anılan uyduları ele alalım. Ağırlıkla görevi uzaydan televizyon yayını yapmak olan bu uydular, pahalı, büyük, yapım süresi uzun, yüksek teknoloji gerektiren ve Dünya’da az sayıda (4-5) firmanın üretebildiği uydulardır. Ömürleri 10-15 yıldır. Bunlar, “Dünya Eşzamanlı Yörüngesi” (Geosynchronous Earth Orbit, GEO) denen ve yaklaşık 35 bin km yükseklikte çalışan uydulardır. Her yıl tüm Dünya’da ancak birkaç telekomünikasyon uydusu üretilir ve fırlatılır. Bunları fırlatmak için yine büyük çapta bir füze ve ilintili ikincil bir füze (apogee kick motor), ayrıca iticiler (thrusters) ve üzerlerinde bol miktarda yakıt bulunur. Bu büyüklükteki füzelerin sayısı azdır. Her uzaya uydu fırlatan devletin telekomünikasyon uydusu fırlatma yeteneği yoktur.

Telekomünikasyon uydularını fırlatma noktasının Ekvatora yakın olması, daha az yakıt harcanması ve uydu ömrünün uzatılması bakımından avantaj sağlar. Şimdi Türkiye’nin uzay limanı kurma hedefine ve bunun için coğrafyası uygun bir devlet ile anlaşmaya çalışması hususuna dönecek olursak; öncelikle bizim telekomünikasyon uydusu fırlatacak düzeye gelmemiz bence gerçekçi bir tahminle en az on yıl gerekir. Böyle uzak bir hedef için şimdiden Dünya’da uzay limanı yeri aramak gereksiz ve boşuna bir çabadır.

Diyelim ki böyle bir füzemizi geliştirdik ve kendi uzay üssümüzden fırlatmak istiyoruz, Türkiye’nin kendi ihtiyacı için en sık 2 veya 3 yılda bir fırlatma yapması beklenir. Bu fırlatmalar dışında bu limanın ekonomik olurlu olabilmesi için Dünya piyasasından başka telekomünikasyon uyduları fırlatmak isteyen müşteri bulması gerekecektir. Bu düzeye gelebilmek, teknik olarak en azından on beş yıl ister. O da rekabetçi bir ortamda çok şüphelidir. Oysa telekomünikasyon uydunuzu fırlatmak istediğinizde ABD (SpaceX ve diğer), Avrupa, Çin, Rusya, Japonya, ileride Hindistan kökenli fırlatıcılar hemen kapınızı çalacak, size rekabetçi fiyatlarla teklifler sunacaktır. Bu durumda neden bir yabancı ülkede uzay üssü kurmak istiyoruz?

Burada bir de hangi ülke sorusu var. Afrika’da ilk akla gelen Somali, alt yapısı olmayan, güvenliği kırılgan, terörizmin kol gezdiği bir ülke olarak düşünülemez. Muhtemel iki diğer devlet Kenya ve Tanzanya’nın da düşünülmemesi gerekir. Güney Amerika kıtasında Brezilya zaten Ekvator üstünde bir uzay üssüne sahiptir. Bizim füzemiz olursa kullanımımıza ücreti karşılığı yer açar. Bizim için en uygun iki devlet Güneydoğu Asya’daki Malezya ve Endonezya olur. Tahmin ederim onlarla temas başlamıştır. Bir uzay üssü kurmanın burada ayrıntısına girmeyeceğim çok karmaşık yanları vardır.

Şimdi de gözlem uydularının fırlatılmalarını ele alalım. Hemen baştan söyleyelim ki burada Ekvatora yakın olmanın avantajı yoktur. Gözlem uyduları Yakın Dünya Yörüngesi’nde (Low Earth Orbit, LEO), yeryüzünden yaklaşık 500-1.000 km yüksekte çalışırlar. Uzaya uydu gönderebilmek demek öncelikle bu yörüngeye uydu yerleştirebilmek demektir. Eğer Türkiye olarak gözlem uyduları fırlatmayı düşünüyorsak öncelikle LEO’ya çıkacak füze yapmalıyız. Zaten bu yolda çalışıldığını biliyoruz.

Bir de yörünge açısından değerlendirme yapmak gerekir. Çoğu gözlem uydusu (ama kesinlikle hepsi değil) kutupsal olan Güneş Eşzamanlı Yörünge’ye (Sun Synchronous Orbit, SSO) fırlatılır. Çünkü bu yörüngedeki bir uydu Dünyanın her yerini dolaşır görür ve her noktayı günün aynı saatinde görür. Ancak Türkiye için Dünya’nın her noktasını görmek izlemek gerekir mi?

Ben hayır diyorum. Kutup bölgeleri, Sibirya, Kuzey Avrupa, Kanada gibi ülkeleri izlemektense uydunun gözlem alanını daha çok kendi ilgi alanımız olan yurdumuz, Orta Doğu, Balkanlar, Güney Avrupa, Kafkasya gibi bölgelerle sınırlamakta yarar vardır. Bunun için yörüngemiz GEO veya kutupsal değil, eğik yörünge olmak durumundadır. İsrail’in askerî gözlem uyduları da benzer amaçla eğik yörüngededir. Uydunun çalışma süresini bir sınırlı kaynak olarak görüp, o süreyi kendi ilgi bölgemizde kullanmalıyız. ABD, AB ve başkaları hep SSO yörüngeye fırlatıyor diye bizim de öyle yapmamız, bir ezberin sonucu olabilir.

Bir diğer husus, eğik yörüngelerdeki uyduları Doğuya doğru fırlatmak, füze büyüklüğünden tasarruf açısından avantajlıdır. Ayrıca fırlatma yönünde güvenlik bölgesi olarak birkaç yüz km büyük açıklık gerekir. Bu durumda gözlem uydularımızı fırlatmak için Türkiye’de en uygun konum Trakya’da Kırklareli ilinin Karadeniz kıyılarıdır. Buradan doğuya doğru yapılacak fırlatmalar için gerekecek izleme istasyonunu ayrıca kendi topraklarımızda kurma olanağımız vardır. Gerekirse bu fırlatılışta izleme için Azerbaycan ile de işbirliği yapabiliriz. Kırklareli’nin Karadeniz kıyısında kurulacak bir uzay üssü, çok uygun olmasa bile telekomünikasyon uydularının fırlatılması için de kullanılabilir. Ancak biraz daha büyük bir füze gerektirir. Biz zaten o aşamaya gelirsek Ekvator yerine Trakya’yı kullanmamız çok da zor ve yanlış olmaz.

Özetlersek, telekomünikasyon uyduları için Ekvator üzerinde bir yer aramak gereksizdir, hatta abestir. Bizim bölgesel ilgi alanımız ve amacımıza uygun gözlem uydularımızı fırlatmak için ise coğrafyamız uygundur. Trakya’da, Kırklareli ilinin Karadeniz kıyıları bir uzay üssü için en uygun yerdir.

5. Uzay Meteorolojisi

Bilimsel bir konu olan uzay havası (meteorolojisi) konusunun buraya girmesi bana biraz tuhaf geldi. Güneş fırtınalarının Dünya çevresinde oluşturduğu radyasyon ve şiddetli elektromanyetik alan uyduların çalışmasını tehlikeye atabilir. Konunun uydular için önemi uzay çağının başlangıcında, 1960’larda, henüz tam anlaşılamamış olduğu için birkaç şiddetli Güneş patlamasında arızalanan uydular olmuştu. Bu konu aslında sonra çok araştırılmış, çok şey öğrenilmiştir ve uydular için gerekli önlemler alınmıştır.

Son 30-40 yılda uzaya binlerce uydu fırlatılmasına rağmen bu süre içinde Güneş fırtınaları nedeniyle arızalanan bir uydu ben duymadım. Şiddetli Güneş patlamaları olduğunda olumsuz etkilenen uydular olsa bile en kötü olasılıkla bunların kapatılıp sonra yine açılabilmeleri mümkündür. Bir büyük deprem gibi ne zaman geleceği belli olmayan belki yüzyılda bir gelebilen çok şiddetli Güneş fırtınaları yalnız uyduları değil, Dünya’daki yaşamı da oldukça olumsuz etkileyebilir. Böyle bir olay 1859’da olmuştur ve Carrington olayı olarak bilinmektedir. Ancak, depremlerle böyle bir olay arasında çok önemli bir fark vardır. Depremin önceden bilinememesine karşılık Güneş fırtınaları 2-3 gün öncesinden anlaşılabilmektedir.

Güneş ve yakın uzay fiziği araştırmaları bilimsel bir alan olarak Dünya’nın değişik uzay kuruluşlarında devam etmektedir. Türkiye’de de uzay havası (meteorolojisi) konusunda araştırma yapmak isteyenler elbette desteklenebilir. Ancak uzay bilimleri alanında yalnız uzay havası değil, astronomi, astrofizik, gezegen bilimi gibi diğer bilimsel konuların da desteklenmesi gerekir.

6. Yerden Takip Sistemi

Bu başlık altında iki husus karıştırılmış gibi görünmektedir. Birinci husus astronomik gözlemlerdir. Bunun için teleskoplar gerekir. Zaten TÜBİTAK’ın Ulusal Gözlemevi (TUG) programı vardır. Erzurum’daki kızılötesi gözlem teleskopunun yanına bir de optik teleskop kurulacaktır. Bunlar güzel, olumlu gelişmelerdir. Astronomik gözlemler, uzay meteorolojisi gibi bir bilimsel alandır. İkisi aynı başlıkta ele alınsa daha doğru olurdu.

“Yerden Takip Sistemi” başlığı altında programa konan diğer konu uzaydaki nesnelerin izlenmesi olmuş. Bu bambaşka bir konudur. ABD’nin SSN (Space Surveillance Network) uzay izleme ağı örnek alınmış olabilir. Fakat herhalde o düzeyde bir izleme sistemi düşünülemez. Bilgi için anlatmak gerekirse, ABD’nin bu amaçla Dünya’nın çeşitli yerlerinde kurduğu 15 kadar gözlem üssü/istasyonu var. Uzayda çalışan/çalışmayan bütün uyduların, roket parçalarının, deney parçalarının vb. izlenmesi çok zor ve karmaşık bir iştir. Özel kameralar, radarlar ve süper bilgisayarlar gerektirir. ABD’nin izlediği 10 cm ve üstünde büyüklüğe sahip nesne sayısı 25 bin kadardır. ABD bir taahhüt vermemekle birlikte muhtemel çarpışmaları ilgili taraflara bildirmekte ve önlem almaları sağlanmaktadır. Uzayda Rusya bile bu düzeyde değil, daha sınırlı bir düzeyde izleme yapabilmektedir.

Avrupa Birliği de yavaşça ve tereddütlü adımlarla bu konuyu değerlendirmeye başladı. Avrupa’da bu amaçla kullanılan birkaç gözlem istasyonu var. Buna rağmen yüksek maliyetli böyle bir sistem geliştirme konusunda AB acele etmemekte, değerlendirmesini sürdürmektedir. Bize gelecek olursak, tek başımıza böyle bir sistem kurmamızın; çok yüksek maliyet getireceği, yurt dışında uzak noktalarda üs kurulumu ve ileri teknolojik düzey gerektireceği için düşünülmemesi gerekir.

Benim önereceğim yol, AB ile işbirliğidir. Eğer bir anlaşma sağlanabilirse, Avrupa Yerdurağan Konumlama Yer Paylaşımı Hizmeti (European Geostationary Navigation Overlay Service, EGNOS) sisteminde olduğu gibi topraklarımızda kurulacak bir uzay izleme istasyonu ile Avrupa’nın sistemine entegre olmak, sistemden yararlanarak uydularımızla olası bir çarpışmayı önceden görüp önlemek mümkün olabilir. Bu yol kuvvetle tavsiye edilir.

7. Üretken Ekosistem

8. Uzay Teknolojileri Geliştirme Merkezi

9. İnsan Kaynağı

Bu üç başlığı birlikte ele alalım. Aslında üretken bir ekosistem diğer ikisini de kapsar. Buralarda ifade edilen amaçlar gayet olumludur. Daha somut adımlar ve ayrıntılı projelerle geliştirilmelidir. Zaten belirtilen hedefleri yerine getirebilmek için gerekli olan geniş çaplı bir altyapının oluşturulması zorunludur. Bu altyapıyı sağlamanın yolu da öncelikle insan kaynağı yetiştirmek, üniversiteleri ve özel girişimcileri desteklemek, bir veya iki önder kuruluşu güçlendirip geliştirmekten geçer. Bütün bunlardan öte bu işler için yeterli bütçe ayrılmalıdır. İnsan kaynağı ve entelektüel altyapı geliştirmek fazla yüklü bir bütçe istemez.

Üniversiteler ve küçük özel girişimciler, küçük projelerle desteklenip ilerdeki büyük projeler için altyapı hazırlanması sağlanmalıdır. Yeterli bütçe şimdiden ileriki yılları da kapsayacak biçimde planlanmalı ve açıklanmalıdır. Hemen önümüzdeki yıl için, birkaç “küp uydu” veya “mikro uydu” projesinin üniversitelere ve KOBİ düzeyindeki girişimcilere açık bir yarışma biçiminde ortaya konmasını kuvvetle öneririm. NASA geçmişte bu tür proje destekleriyle üniversitelerde yetenekli uzay bölümlerinin oluşmasını sağlamıştır. Rekabetçi bir ortamın sağlanması ve korunması için tekel oluşumundan, özellikle bir devlet tekelinin oluşmasından kaçınılmalıdır.

10. Bir Türk Vatandaşı Uzaya Gidecek

Sayın Cumhurbaşkanımız “son hedefimiz bir Türk vatandaşını uzaya göndermektir” dedi. Bu hedefin, söylendiği hâliyle başarıya ulaşması nispeten kolaydır ve halkımıza bir heyecan vermesi bakımından önemlidir. Uzaya insan göndermenin iki yolu vardır. Birincisi bu yeteneğe sahip üç devletten (ABD, Rusya, Çin) biriyle anlaşılıp, bu amaçla seçilmiş bir Türk vatandaşına gerekli eğitim verilerek uzaya göndermek olur. En azından bir yıl ama genelde birkaç yıl yoğun eğitim gören ve “Astronot” (ABD), “Kozmonot” (Rusya), “Taykonot” (Çin) diye anılan uzay insanlarının oluşturduğu bu grubun üyeleri için profesyonel astronot diyebiliriz.

Uzaya çıkmanın bir ikinci yolu daha vardır. “Uzay Turizmi” denen bu yol, özel kişilerin belli bir ücret ödeyerek ve yaklaşık bir ay süren bir eğitimden geçerek uzay yolculuğuna çıkmalarıdır. Önceki yıllarda Rusya bu şekilde 20-25 milyon dolar dolayında ücret ödeyen kişileri kendi kontenjanından Soyuz uzay aracı ile Uluslararası Uzay İstasyonuna götürmüştü. İlk uzay turisti 2000 yılında bu şekilde uzaya giden bir Amerikan vatandaşı Denis Tito olmuştur, onu sonraki yıllarda biri kadın yedi kişi daha izlemiştir. Orada kalma süreleri 8-15 gün arasında değişmiştir.

Artık uzay turizmi denince, devlet değil, özel firmaların bir ticari işletme olarak uzaya ücret karşılığı insan götürmeleri kastedilmektedir. Şimdilik daha çok yörünge-altı (suborbital) denen bu yolculuk, Dünya çevresinde dolanmadan, fırlatıldığı noktadan 120-130 km kadar yükseğe çıkıp tekrar aynı noktaya dönmek biçimindedir. Bu yolculuk sırasında 6-7 dakika kadar ağırlıksız ortamda bulunulmakta, ayrıca çıkarken ve inerken 2-3g dolayında yüksek ivme deneyimi de yaşanmaktadır.

Uzay turizminin hâlen önde gelen firması Virgin Galactic, 2021 başı itibariyle 250 bin dolar ücret ödemeyi kabul eden 16 bin kişiyi kayıtlarına almış bulunmaktadır. Yörünge-altı uçuşlardan sonra Dünya çevresindeki yörüngeye de uzay turistleri taşıyacaktır.

Elon Musk’ın başında olduğu SpaceX firması ise Crew Dragon uzay aracıyla 2021 yılının sonuna doğru ücretsiz olarak uzaya dört sivil kişiyi çıkaracak. Bu dört kişiyi seçecek ve ücretlerini ödeyecek olan kişi Jared Issacman, milyarder bir iş adamı. Uzayla geçmişte ilgisi olmayan ve tamamen sokaktaki vatandaş diye nitelendirilebilecek dört uzay yolcusunun ilki belli oldu. Issacman tarafından seçilen kişi Hayley Arceneaux, on yaşındayken kemik kanseri geçirmiş, şimdi 29 yaşında olan ve St. Jude Çocuk Hastanesi’nde doktor asistanlığı yapan bir sağlık çalışanı. Issacman diğer üç kişiden en az birini hastaneye bağış yapacaklar arasından seçeceğini söylüyor. 2021 yılının sonuna doğru Dünya yörüngesinde uzay turizmi hizmeti verecek ve daha ileride şimdiden Ay turizmi planları yapmakta olan başka firmalar da var. Bütün bunlar artık uzay yolcuğunun ne kadar olağanlaştığını göstermekte.

Türkiye’nin uzaya insan göndermesine dönersek elbette sağlığı ve eğitimi uygun bir vatandaşımız ücreti ödenip uzay turisti olarak uzaya çıkabilir. Örneğin bu konuda SpaceX firması ile anlaşma yolu hemen denenebilir. Ancak vatandaşımızı uzay turisti olarak göndermek bir uzay yeteneği kazandık anlamına gelmez. Biz, profesyonel astronot olarak eğitilen bir vatandaşımızı Rusya veya ABD (SpaceX dâhil) kanalıyla Uluslararası Uzay İstasyonu’na gönderip orada deneyler yaptırabilirsek, o zaman bizim için anlamlı bir aşama olur. Rusya kanalının denenmesinde olumlu sonuç almak daha olasıdır.

Ayrıca hemen bahsedelim ki Avrupa Uzay Ajansı ESA’nın da bir profesyonel astronot eğitim merkezi vardır. Almanya’daki bu merkez şu sıralar üye ülkelerden kişisel başvuruları kabul etmektedir. Bir yıl sürecek temel eğitim için engelliler ve özellikle kadınlar başvuru için teşvik edilmektedir. Türkiye’nin ESA üyesi olmaması Türk vatandaşlarına kapıyı kapatmaktadır. Ancak benim aklıma gelen belki Almanya veya başka bir ESA üyesi devlette çifte vatandaşlığı bulunan bir Türk’ün başvuru yapmasıdır

İki Somut Öneri ve Son Değerlendirme

Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından duyurulan uzay programımıza dair fazla ayrıntıya girmeden yaptığım bu değerlendirmeden sonra iki somut öneride bulunmak ve Program’da yer almayan bu önerileri önemli görerek TUA’nın ve kamuoyunun dikkatine sunmak istiyorum.

1. Kısa sürede geniş katılım ile oluşturulacak bir Ulusal Uzay Politikası ve Stratejisi belirlemek gerekmektedir. TUA kuruluş yasasında TUA’ya verilen bu başlıca görev, bir gazete haberine göre, bir kuruluşa ihale edilmiştir. Yine de benim önerim, ihaleyi alan kuruluştan gelecek raporun bir taslak olarak kabul edilip kamuoyunda tartışmaya açılmasıdır. Bir süre sonra TUA, ilgili olan veya ilgi gösteren tüm kuruluş ve kişilerin yer alabileceği geniş katılımlı bir toplantı, bir Uzay Şurası, düzenlemelidir. TUA, başta hükûmet kanadından olmak üzere, geniş kesimden alacağı görüşlerle Türkiye Uzay Politikası ve Stratejisi belgesini ortaya koymalı ve bunu son onay için hükûmete sunmalıdır. Uzay programı ve projeleri arkadan gelecektir. BRAINS² TÜRKİYE Uzay Programı belgesi yaklaşık 2 yıl önce TASAM tarafından yayımlanmıştır.

2. “Uzay yetenekli” her devletin uzay politikasında uluslararası ilişkiler diye bir bölüm vardır. Özellikle bilimsel uzay projeleri uluslararası işbirliğine çok açıktır. NASA, ESA, Japonya Uzay Araştırma Ajansı (Japan Aerospace Exploration Agency, JAXA) gibi uzay ajansları hem kendi aralarında hem de diğer ülkelerin ilgili kuruluşlarıyla birçok uzay projesi yürütmüştür ve yürütmektedir. 2007 yılında İstanbul’daki uzay konferansına davet için NASA Başkan Yardımcısı ile konuştuğumda, “NASA’nın 63 devletle uzay işbirliği anlaşması ve ortak projesi varken Türkiye ile böyle bir ilişkinin bulunmaması beni şaşırttı” demişti. Uluslararası işbirliğinin önemli bir parçası Avrupa Uzay Ajansı ESA üyeliği olmalıdır.

Ancak, ESA üyeliği basit bir başvuru ve ücret ödemekle olmaz. Önce bir işbirliği anlaşması yapılır, aradan geçecek 4-5 yıl içinde belli bir yetenek düzeyi kazanmamız beklenir. ESA’ya küçük de olsa katkı verebileceğimiz bir düzeye geldiğimizde veya zaten sahip isek ikinci bir anlaşma ile “associate member” (ortak üye) olunur. Oy hakkımız olmamakla birlikte artık ESA projelerine katılma hakkı kazanırız. Bu anlaşma ile başarılı geçecek yine 4-5 yıldan sonra da tam üye olunur. ESA ile ya da başka “uzay yetenekli” birkaç ülke ile yapılacak ortak projelerden büyük yarar sağlamak mümkündür. Projeye yapacağımız %1 veya %10 gibi bir katkı ile oluşacak bilimsel yarar ve teknolojik bilgi birikiminin %100’üne sahip oluruz (TUA’dan, uluslararası ilişkilerin getireceği yararı anlayarak programında bir madde ile buna yer vermesi beklenir).

Yıllardır beklenen ve sonunda kısa süre önce açıklanan Türkiye Millî Uzay Programı’nın bir başlangıç kabul edilmesi, tüm ilgili taraflarca tartışılarak geniş kabul gören bir Millî Uzay Politikası/Stratejisi belgesine doğru dönüşmesi gerektiğini düşünüyor, milletimize hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.

Kaynak: TASAM / Başkan Danışmanı Prof. Dr. Fuat İNCE

Yorum yapın